90’lar Türkçe Pop müziği, üzerinden yaklaşık 30 yıl geçmesine rağmen popülaritesini yitirmediği gibi unutulmayan şarkılarla belleklerde hâlâ ilk günkü gibi sıcaklığını koruyor. O yıllarda doğmamış, büyümemiş insanlar dahi, bugün neredeyse her hafta yapılan 90’lar partilerinde her şarkıyı ezbere söylüyor. Umudun, kederin, neşenin, üzüntünün en sıcak hâliyle hissedildiği şarkılar, albümler birkaç aylığına hatırlanan trendlerden ziyade her zamanın işleri olma iddiasını sürdürüyor. O yılların bizlere kattığı sanatçılardan Aşkın Nur Yengi, Vedat Sakman, Sibel Alaş, Metin Özülkü, Erdal Çelik ve Bora Ebeoğlu 90’lar müziğine ilişkin bir sohbet ettik.
- 90’lar Türkçe pop müziği neden bu kadar sevildi?
AŞKIN NUR YENGİ: Tam da çalıştığım yerden sorulmuş bir soru. Çünkü hayatın en sahici olduğu yıllar. Hepimizin en naturel en gerçek duygularla hayatı kucakladığı dönemler. Dolayısıyla her şey sahiciydi. Müzik de sahiciydi. Şu anda hayatımız bu konularda biraz uzaklaştı sahicilikten, çok yapay. Müzik de payına düşeni yaşadı bu süreçte. Dolayısıyla hepimiz geçmişe karşı büyük bir özlemle sarılıyoruz, kucaklıyoruz o şarkıları.
VEDAT SAKMAN: 1980’li yılların sonrasında az da olsa gelişen toplumsal özgürleşme müziğe yansıdı. Daha eğlenceli, oyunbaz şarkılar üretildi ve beğenildi.
SİBEL ALAŞ: 90’lar orijinal eserlerin daha fazla bestelenmeye başladığı, her şarkıcının kendi tarzında şarkılar söyleyebildiği, şarkıların ve şarkıcıların birbirine benzemediği yepyeni bir dönemdi. Dinleyici şarkılarla arasında bir duygu köprüsü oluşturabildi, kendi duygularını o şarkılarda bulabildi. Bütün bunlar 90’lardaki Türkçe pop müziğin sevilmesini sağladı diye düşünüyorum.
METİN ÖZÜLKÜ: Türkiye’de 60’lı yıllarda alafranga modası vardı. İlk polifonik melodi o yıllarda Türkiye’ye girmişti. 60’larda Batı etkisinin hakim olduğu dönemi görüyoruz. 70’lerin ortalarından itibaren arabesk müzik furyası bir salgın gibi sardı Türkiye’yi. 80’li yıllarda da taverna müziğinin yükselişini görüyoruz. Dolayısıyla bu 30 yıllık süreç içerisinde Batı müziği, arabesk ve taverna müziğinin birleşiminden aslında yeni bir akım diyebiliriz, 90’lardaki Türkçe popun karışımı bunların karışımından oluştu. Hem içine makamsal özellikler, arabeskin makamsal özellikleri, türk sanat müziğinin makamsal özellikleri hem 60’lı yıllardaki çok sesli polifoninin içinde yer alması hem de taverna müziğinin hem içindeki dinamizm hem de neşelilik, hareketlilik hem de kimi zaman hüzünlü şarkıların olduğu bütün bunların karışımından, bir müzik çeşidi demeyelim de, bir miks ortaya çıktı. Bu da 90’lı yıllarda bu sefer toplumun her kesiminden rağbet gördü. Taverna müzikten hoşlananlar da sevdi, arabesk müzikten hoşlananlar da sevdi, alafranga dediğimiz tarzdan hoşlananlar da sevdi. Bu yüzden de bir anda çok büyük kitlelere ulaştı 90’larda yapılan şarkılar.
ERDAL ÇELİK: 80’lerin başlarında hala bir şeyler yapılmaya çalışılan pop müzik maalesef 80’lerin ortalarında egemenliğini arabesk ve Türk Halk Müziği’ne kaptırdı. Tabii bu kaptırış mutlaka bir yerde son bulacaktı ama baya uzun bir dönem sürdü. O uzun dönemde bazı insanlar bu işten yılıp bıraktılar. Söz yazarları, müzisyenler, şarkı yapanlar, şarkıcılar. Velhasıl bu işten para kazanamayan insanlar bu işi terk ettiler ama hâlâ umudu olanlar vardı ki onlardan biri de bendim. 80’li yılların ortalarından itibaren Emel ile Emel-Erdal ikilisi olarak ilk çıkışımızı o dönem yaptık ama kör bir çıkıştı. Sonunda mutlaka bir yerlere gidecekti. İşte o anda da kalbi bu iş için atan yapımcılar, akıllı yapımcılar bu işe yön vermeye başladılar ve 90’ların başında da bu iş patladı. Çok da sevildi. Neden? Çünkü yeni bir gençlik vardı. Yeni gençlik yeni şeyler istiyordu. Yeni bir jenerasyon, yeni umutları olan, yeni hayalleri olan, hayata bakış açısı farklı olan, 60’lı 70’li yıllardan farklı bir gençlik geliyordu. Tam da ara bir gençlikti ve bunlar bu müziği sevdiler. Bu arada tabii 90’larda inanılmaz insanlar çıktılar ve çok sevildiler. Onlardan bir tanesi de bizdik.
BORA EBEOĞLU: 90’larda Türkçe pop müziği, üretim aşamalarını da değerlendirirsek, Yamaha gibi büyük bir markanın Türkiye’ye girişi, Atari bilgisayarların kullanılmaya başlaması, DX7 ve diğer sentetik soundların daha ulaşılabilir olması, dünya müziğinde olduğu gibi Türkiye’de de pop müziğe yeni bir kapı açıyordu. Bu kapıdan geçip gönüllerince şarkılar üreten nesil, bazen çok yenilikçi, bazen vasat, bazen kopya çok sayıda eser ortaya koydular. Bugüne ulaşan ve hâlâ çok severek dinlenen bu eserlerin ortak özelliği, organik yani gerçek olması, içerdiği heyecan ve tutkudur. Bu durum bizi mutlu edebilir sadece, ancak şunu belirtmek gerek, zamanın değişen ruhuna ayak uyduran herkes gibi, bizim de beğeni ölçütlerimiz değişti. 90’ların pop şarkıcılarını, dünü ve bugünü olarak değerlendirmek ve 10 yıllık bir zaman dilimine hapsetmemek gerekiyor.
- 2000’li yıllarda müziğin değişmesiyle beraber çokça özlendi. Dinleyici müzikle beraber başka neleri özledi?
V.S.: 2000’li yıllarda, daha sert sözler içeren müzikler dinleyici bulmaya başladı. Çünkü müzik dünyada şiddetin artışını da yansıtmaya başladı. Doğa katliamları, otokrat siyasetlerin yükselişi bu dönemde başladı. Romantizm geriye atıldı.
- O yıllardan bu yıllara neleri kaybettik, neleri kazandık?
V.S.: 2000’lerde şaşkınlığa uğramaya başladık. Şarkılar müzik kaliteden uzaklaşmaya, daha çok şiddet, daha sert sözcükler içeren, melodik olmayan ve alt yapılarında da teknisyenlerin ürettiği birtakım ritim ve ezgiler olan tuhaf çalışmalara döndü. İşin daha da enteresan tarafı, bizleri eski kafalı, kendilerini modern çağın insanları olarak nitelendirdiler. Kitap okumayan, çok çalışmayı sevmeyen, markaya meraklı bu dönemin müzik yapımcıları çok paralar kazanmaya ve kendilerine inanmaya başladılar. Bizler bir şey kaybetmemek için olabildiğince direnerek bu günlere kadar çalışmaya ve üretmeye devam ettik. Bugün sevindirici olan şu ki dijital ortamlardaki istatistiklerden gözlemlediğime göre müziklerimi en çok dinleyenler, Z kuşağı dediğimiz en genç dinleyiciler. Bundan daha mutluluk verici bir şey olabilir mi? Müziğin yaşı ve cinsiyeti yoktur.
TÜM BU BAŞARILAR
TESADÜF MÜYDÜ?
- Çok sayıda müzisyenin çok iyi işler çıkarması bir tesadüf müydü? Nasıl değerlendirirsiniz?
V.S.: Tabii ki tesadüf değildi, aynı dönemler Türkiye’de ve dünyada estetik anlayışının, romantizmin yükseldiği dönemlerdi. Müziğin yanında diğer sanat dallarında da eserler üretildi ve izleyici buldu. İnsanca ve doğaya saygılı bir kuşak olma gayreti içindeydik, bunun müziğe yansıması da böyle oldu.
M.Ö.: Aslında bir birikimin sonucuydu, bir patlamaydı. Burada ilk öne çıkan önemli müzik adamları vardı. Onno Tunç gibi, Atilla Özdemiroğlu gibi, Garo Mafyan gibi. 70’lerde, 80’lerde kariyerlerinin başında olan bu insanlar 90’lı yılların başında kariyerlerinin olgunluk çağındaydılar ve tam da onların istediği gibi bir müzik ortamı oluşmuştu 90’lı yıllarda. Dolayısıyla da onların izinden giden ve onların açtığı yoldan onları takip ederek giden birçok genç müzisyen de belli bir çaba göstererek belli kalitede, belli şarkıların kalitesinde rol oynadı diyebiliriz. Bu arada tabii o kadar çok eser üretildi ki içinde belki müzikalite olarak daha düşük olanlar da vardı ama onlar da moda sayesinde yani iyi ürünlerin olduğu bir pazarda yanında vasat olanlar da kendine göre bir alıcı buluyordu bu sayede.
E.Ç.: Elbette değil. Dediğim gibi 80’lerin ortalarına doğru arabesk ve Türk Halk Müziği egemen olunca müziğe bizim gibi kalbi büyük, gönlü büyük, hala bir umudu olan insanlar oturdular bu işleri nasıl yaparız diye düşünmeye başladılar. İşte o dönemde duygunun gelip geldiği şimdiki gibi matematiğin olamadığı güzel şarkılara imza atıldı. Neden? Söz yazarı susamıştı, besteci susamıştı, şarkıcı susamıştı bu işlere. Çünkü o kadar ikinci, üçüncü hatta beşinci plana atılmıştı ki pop müzik. Yani düşünebiliyor musunuz, dergiler vardı ama dergilerde popçu yoktu. Yabancı popçular vardı. Türk Halk Müziği dergileri vardı, arabeskin dergileri vardı. Pop müziğin Hey’i vardı ama Hey de artık sonuna gelmişti olayın. O kadar karanlık bir tünelin içinden ışığı gören kalbi büyük, gönlü büyük insanlar bir anda o ışığa doğru giderken melodilerini de taşımaya başladılar. İşte o melodilerden de inanılmaz şarkılar çıktı ve unutulmazlar arasına da girdi.
S.A.: Başarısız işler yok değildi aslında. Birçok başarısız iş de vardı ama genel başarının bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Çünkü herkes bir öncekinden, kendisinden öncekinden daha iyi bir iş çıkarmaya çalışıyordu ve bu tatlı rekabet müziğin kalitesini de arttırıyordu doğal olarak.
B.E.: 70’lerde ve 80’lerde pop müzik usta isimlerle olgunluk çağına varmıştı belki, buna az evvel bahsettiğim teknolojik yenilikler ve genç neslin 90’larda bu ustaların peşinden gidişiyle oluşan üretim patlaması, özgürce üretilen işler , bir de dünya müziğiyle entegre olma imkanları bu iyi işlerin anahtarı belki…
MÜZİKTE İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜ GELDİ
- 80’lerden sonra 90’lar özgürlüğün farklı yollarla arandığı bir dönemdi. Müzik bu özgürlük arayışında nasıl bir yer tuttu?
DEMİR DEMİRKAN: 90’lar ortasından 2000’ler başlarına kadar çok daha özgür bir üretim ortamı vardı. Yapım şirketleri ve medya biraz çekinmekle beraber yeni olanı, yapılmamış olanı deneme isteğindeydi. Sonra o özgür üretimin en çok dinlenen örnekleri tekrar tekrar kopyalanıp sadece onlar üzerine gidilmeye başlandı ve evrim geçirmeyi reddeden her varlık gibi yoz, zayıf ve kısır bir tür olarak kaldı. Bunda payı olan sektör paydaşları TV müzik kanalları, pop radyoları ve popüler olanın kopyalarını üreterek sonsuza kadar yaşayacağını sanan plak şirketleridir.
V.S.: Ben müziği her zaman evrensel boyutuyla incelemeye ve gelişimini, süreçlerini takip etmeye çalıştım. Ve bu gözlemlerimle müziğimi geliştirmeye, yeni anlatımlar sunmaya çalıştım. Evet dediğiniz gibi 90’larda müziğin Türkiye’de de dünyada da saygı duyulduğu bir dönem olduğu doğrudur. Fakat şunu da söylemeden olmaz, insanların müziğe yüksek ilgi duyduğu bu dönemlerde çok da suiistimal edildiğini gözlemledik.
M.Ö.: Evet, 90’lardaki genç nesil 80 darbesinden 8-10 yıl geçtikten sonra artık daha özgür, daha modern, daha çağdaş düşünmek isteyen bir toplumun bireyleri olarak 90’lı yıllarda üretmeye başladı bu genç müzisyen arkadaşlar. Onları dinleyenler de aynı kafadaydı tabii ki. Dolayısıyla 70’lerde bir hippi çağı vardı, özgürlük anlamında baktığımızda zaman, ondan sonraki en büyük kendini gösterdiği zaman dilimi de 90’lar oldu. Hem yapılan müziklerde kullanılan sözler anlamında, biraz daha batıya yakın sound’lar arayışı içinde hem özgürlük hem gelişimi ifade edebilmek adına bir çaba içerisindeydik hepimiz. 90’lar hakikaten müzik olsun, sanatın diğer dalları olsun, teknoloji olsun özgürlüğün farklı yollarla arandığı bir dönemdi diyebiliriz.
S.A.: Çok önemli bir yer tuttu. Çünkü 90’lar müziğin kalıplardan kurtulduğu, fikirlerin kalıplardan kurtulduğu bir dönemdi. Her şeyden önce yayıncılıkta tekelcilik bitti. Özel radyolar, özel televizyonlar açıldı. Sansür ve denetim baskısı ortadan kalkınca doğal olarak şarkıların tavrı, dili özgürleşti. 90’ların getirdiği en önemli şeylerden biri müzikte ifade özgürlüğüydü.
E.Ç.: 90’lar zaten özgürlüğün yaşandığı bir dönemdi. Hem kişisel hak ve özgürlüklerin hem ruhsal özgürlüklerin hem de ekonomik özgürlüklerin çok güzel yaşandığı bir dönemdi. Müzik bu özgürlük arayışının neresinde diye sorarsanız aslında her yerindeydi. Bir şeyleri anlatmak adına özgürlüğün aslında anahtarı buradaydı. Müziğinizle her şeyi sözleme özgürlüğüne sahiptiniz. Hiçbir şey anlatmayan şarkıların ötesinde bir de çok şeyler anlatan şarkılar da vardı. Özgürlüğü yaşarken şarkıların içinde de o özgürlükten dibine kadar bahsedilirdi. Bu arayış içinde müzik bence gerçekten görevini yapmıştır. Çünkü o dönemde hiçbir yasaklı müzik yoktu, hiçbir kişinin özeline dokunan bir şey yoktu. İnsanlar istedikleri gibi her şeylerini yapabilirlerdi 90’larda.
B.E.: Özgürlük arayışında müziğin, ya da daha geniş bağlamda sanatın gücünü kimse yadsıyamaz. Her hal ve şartta şarkınıza ulaşırsınız, ya da bir şekilde şarkınızı yaparsınız. Bu 80’ler 90’lar değil her dönem böyle oldu, olmalı… Tabi burada her kesimin özgürlüğünü gözetme gibi bir kaygımız, daha doğrusu kuralımız olmalı…
ÜRETİMİN ABC’Sİ
- Üreticiler için 90’lar müziğinin belli şifreleri var mıydı?
D.D.: Tabii ki. Hala da var. Pop adından belli olduğu gibi, popüler olma adına, müzik veya sanat hedefli olmayan, müziğimsi bir içerik ile beslenen bir piyasayı ve çevreyi sürdürmek adına yayınlanan ürünlerin toplamıdır. Bu müzik tarzındaki bir şarkıya katabileceğin en küçük yaratıcı fikir bile o şarkıyı hemcinslerinden ayrıştırır.
M.Ö.: Özellikle slogan sözlerin moda olduğu bir dönemdi. Aysel Gürel’in Abone’si gibi Hakan Peker’in Bir Efsaneydi’si bizim yaptığımız Hey Corç gibi yani ağza dile çabuk takılabilecek ve tekrar edilirken insanların da birlikte söyleyebileceği nakaratların çok büyük önemi vardı. Bunun yanı sıra belli bir sound anlayışı da vardı. O sound anlayışına sadık kalındı çünkü dediğim gibi insanları çok etkileyen bir moda olduğu zaman çok dışına çıkamıyorsunuz o an içinde yaşadığınız dönemin.
E.Ç.: Üreten için şifre yoktu. Duygu vardı sadece ama ürettiren için, müziğin fabrikatörü olan yapımcılar vardı, onların istediği türler vardı. İşte biraz bizden, biraz dünyadan işte çoğunlukla bizim melodilerimizden ama darbuka mutlaka olacak falan gibi şifreleri olan şeyler verdiler bestecilere. İyi miydi? Bence iyi değildi tabii. Ben şifreye çok kulak asmayan biri olduğum için benim gibi çok arkadaşımız da vardı. Yaptığını sergiliyordu insanlar. Ama ayak direten yapımcılar da vardı. İlla böyle olacak, illa oryantal olacak içinde, ezgilerde Türk motifleri olacak, hafif de arabesk olacak gibi şifreler koyarlardı ama bu şifreye itibar eden arkadaşlarımız olduğu gibi hiç itibar etmeyenler de vardı. Bir söz vardır: Su akar yolunu bulur. 90’lar müziği tam öyle oldu. Su akar yolunu bulur oldu. Ben bir şey yaptım, sundum. İnsanlar çok sevdi. İlla bir şifre üzerine çalışma yapmak zorunda değildiniz. Ama tabii ki bu işlere çok paralar döküp çok paralar kazanmak isteyen yapımcılar bu işin şifresini veriyorlardı bazı arkadaşlarımıza. Onlar da başarılı oldular. Sonuçta herkes o zamanındaki büyük pastadan payını aldı.
S.A.: Bence bu tür şifreler vardı. Mesela akılda kalıcı nakaratlar yapılıyordu, slogan cümleler kuruluyordu ve benim hiçbir zaman anlam veremediğim imaj çalışmaları yapılıyordu. Bunlar üreticilerin şifreleriydi.
B.E.: Evet, prodüktörlerin takıntılı olduğu bir A1 vakası var tabi. Ya da kaset diye düşünürsek, A1 ve B1. Lokomotif şarkı tutar, ötekiler de arkasından gelir. A1 hareketli ise ardından muhakkak bir slow gelir… Bir de “hap” denilen tekerleme gibi çok tekrarlanan sözler. Klip konusu da çok önemli elbette, revaçta olan bir yönetmene çektirmeli muhakkak… Unutmamalıyız ki, yapımcılar da ikiye ayrılıyordu, biri büyük firmalar diğeri heyecan dolu gönlü müzik için atan genç yapımcılar…
ESKİ TÜRKİYE’YE ÖZLEM
- 90’lara özlem, eski Türkiye’ye özlem’ gibi bir yorum var. Bunu nasıl yorumlarsınız? Katılır mısınız?
M.Ö.: Benim de yorumum aşağı yukarı bu şekilde. Ne zaman bu soruyla karşılaşsam bu yorumu yapıyorum ama sadece eski Türkiye değil, dünyanın o günlerine bir özlem var. Dünyanın genelinde de bu var zaten çünkü daha romantik daha melodik. Hem hayat daha romantik ve melodik hem şarkılar daha romantik ve melodikti o yıllarda bugüne göre baktığımızda tabii ki. Daha sonra teknolojinin bu kadar gelişmesi ve hayatın bu kadar motorize bir fabrikasyon haline dönüşmesi insanların o yıllara özlemini arttıran en büyük nedenlerden biri. Dolayısıyla o yıllardaki romantizmi bugün hasret içerisinde o yılları özlüyoruz. 90’lı yıllardaki şarkıları dinlediğimiz zaman 90’larda yaşadığımız hayat aklımıza geliyor ve o yüzden etkisi daha da büyük oluyor. 90’lı yıllardaki şarkılar kendi dönemindeki etkisinden belki de daha fazla şu anda etki gücüne sahip. Bunun içerisinde tabii ki o günlere duyulan özlem var.
S.A.: Tabii ben sadece kendi adıma konuşabilirim ve bu fikre katılmadığımı söyleyebilirim. 90’larda genç olanlar kendi gençliklerini, kendi gençliklerinin Türkiye’sini özlüyor olabilirler ama bu bence bireysel bir özlem. 90’larda müzik çok güzeldi tamam ama özlenmeyecek birçok Türkiye manzarası da vardı. Bu tabii ki başka bir sohbetin konusu, başka bir zaman konuşuruz.
B.E.: Pop müzik, kendi üretim yıllarını hatırlatabiliyorsa, bir renk ya da koku etkisi yaratıyor elbette. Bu soruyu 90’larda yaşayıp da o yıllardan şikayet edenlere de sormak gerekir, ama nostalji hissi adı üstünde hep var zaten. Elbette 90’lardan bir şarkı sizi o günlere götürecektir.
V.S.: Bu sorunun cevabı hem siyasi hem toplumsal cevapları ve doğal olarak müziğe yansımalarını kapsıyor. Şöyle ki her alanda ifade özgürlükleri kısıtlandıkça bunun müziğinize de yansıması kaçınılmazdır. Anlatmak istediklerinizin topluma ulaştırılması çeşitli iletişim organları tarafından engellenir, ulaştıramazsınız. Müzik aynı zamanda bir karşı duruştur, sorgulayıcıdır. Özgür olması mutlaktır. Bunlara ket vurduğunuz zaman, yanlışlıkları anlatan hiçbir ezgiyi duyamazsınız. Biz bunları geçmişte de çok yaşadık, ne yazık ki bugün de yaşıyoruz.
- Canımın İstanbul Köşesi şarkınızın klibi bugün, bugünkü İstanbul’dan çok uzak bir nostalji sunuyor. Zamanla mekânların bu kadar değişmesi sizi nasıl hissettiriyor?
E.Ç.: Evet, şu anda Canımın İstanbul Köşesi klibi fena halde bir nostalji. Benim çok sevdiğim ama zamanın sevmediği bir nostalji. Çünkü zaman her şeyi o kadar çabuk yok ediyor ki bu da beni tabii ki çok üzüyor. Sonuçta ben anne tarafında İstanbulluyum ve İstanbul’un birçok yerinde akrabalarım var yaşanmışlıklarım var. Bunlar kayboldu bir kere, akrabalarım yok oluyorlar. Sevdiğim yerler vardı çok özel, gezdiğim bildiğim insanlara anlattığım şeyler vardı, onlar kayboluyor. Tabii bu beni kötü hissettiriyor. Sonuçta tabii ki değişime ayak uydurmak zorundayız. Nostalji aslında bir resim olarak kalmalı ama biz galiba biraz ruhu geniş insanlar olarak daha doğrusu yaptığımız işten dolayı ruhla çalışan insanlar olarak istiyoruz ki beynimizde değil yaşantımızda da böyle bir şey olsun ama olmuyor olamıyor. Bize de sadece hayallerde yaşamak düşüyor. Diliyorum ki bundan sonrası daha fazla değişmez. Sanıyorum artık bu salgın hastalık bize bazı şeylere özümüze dönmeyi öğretti ya da öğretiyor. Sanıyorum insanlar artık bundan sonra biraz daha itidalli davranmaya çalışacaklar, eski şeyleri fazla bozmamaya çalışacaklar. Gönlüm ondan yana.
- 90’lara duyulan bu özlem, yaratılan nostalji müzisyenlerimize ya da dinleyiciye herhangi bir zarar veriyor mu? Vermiyorsa bunun faydaları neler?
A.N.Y.: Hiç kimseye hiçbir zararı yok. Ne müzisyenlere ne dinleyicilere. Dinleyiciler yaşadıkları güzel günleri acısı tatlısı bir şekilde tekrar hatırlıyorlar ve ne kadar mutlu ve ne kadar özel günler olduğunu fark ediyorlar. Zararı şu olabilir, artık yaşanılan dönemin sahicilikten çok uzak olduğunu daha iyi anlıyoruz. Bundan dolayı bu bir zarar sayılabilir. Ama müzisyenler, kendim müzisyen olduğum için ve çalıştığım bütün enstrümantalistler adına söylüyorum, hiçbiri yeni çıkan müzikleri çalmaktan, sahnede bunları seslendirmekten ya da müzisyenlerin bunları çalması hiç hoşlarına gitmiyor. Çünkü müzik olarak boş geliyor onlara, düzenlemeleri boş geliyor. Heyecan vermiyor müzisyenlere, müzisyenler açısından 90’lar daha etkili. Ama şimdi dünyada bütün sound’lar değişiyor. Evrim geçiriyor her şey. İnsan da geçiriyor, insanların duyguları da geçiriyor. Dolayısıyla zaman sana uymazsa sen zamana uyacaksın mantığıyla ilerleniyor. Ama seven ve koruyan herkes 90’ları hayatlarında tutuyor. Gerek duygu adına, gerek müzik adına.
- 90’lar müziği bireyle mi, toplumla mı daha çok ilgilendi?
S.A.: 90’ların müziği bireyle daha çok ilgilendi. 90’lar müziğinde toplumsal kaygılar yoktu ama bence bu bir suç da değildi, bir hata, bir eksiklik de değildi. Sanatçılar daha içsel, daha kendilerini anlatan eserler ürettiler. Dinleyici de bu şarkılarda kendini buldu. Bence bu çok iyi bir iletişim yoluydu.
- 90’lar pop müziği, 90’larda rock müzik yapan kişiler tarafından nasıl görünüyordu?
D.D.: Genel olarak sevilmiyordu. Özellikle müziğe yönelik bir karşıtlıktan ziyade temsil ettiği hayat şekli ve tavır sevilmiyordu.
- O yıllarda pop müzik dinleyicisi nasıl bir profile sahipti? Diğer türlerden ayıran nelerdi?
D.D. İki farklı pop müzik dinleyicisi vardı. İlki tamamen o anda ne en popüler ise onu dinleyen ve o sanatçıları takip eden, en yüzeysel söz ve müziği içeren, birbirinin aynısı şarkıları ve tarzı dinleyen bir dinleyici kitlesi; diğeri ise daha eski ekol, iyi şarkıcı, yoğun duygusal içerikli, tavırlı, mesajı olan ve müziği de bir derece yukarı çekme çabasında olan şarkı ve sanatçıları dinleyen kitleydi. Eninde sonunda tamamı pazar kaygısıyla yapılan bir müzikti, hala da öyle. Bence bu son söylediğim popu diğer müziklerden ayrıştıran en önemli özellikti.
**
Müzik türlerinin birbirine karışmaya başladığı yıllar
Hakan Eren
Yapımcı – Ossi Müzik
60’ların şahaneliğinden, 70’lerde en büyük üretimlerin yapıldığı senelerden sonra 80’lerde Türk pop müziği çok parlak yıllar geçiremedi ve bazı pop starlar arabeske kayarken, bazıları direndi pop müzik yapmaya devam ettiler, bazıları ise müzik tarzlarını örtülü arabesk yaparak devam ettirdiler.
90’larla başlayan teknolojik gelişmelerin müziğe yansıması çok uzun sürmedi. 80’lerde Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Nilüfer, Seyyal Taner, Kayahan, Barış Manço gibi birçok star pop müzikten kopmadıkları için 90’lara hazırlıklı girdiler.
Sezen Aksu okulundan mezun olan vokalistlerden ilk Aşkın Nur Yengi ile birlikte Ajda Pekkan’ın “Yaz Yaz”ı, Yonca Evcimik’in “Abone”si, Hakan Peker’in “Bir Efsane”si gibi bombalar 90’lar popunun patlama noktaları oldu. Televizyon ve radyoda olan tekelcilik özel kanalların devreye girmesi ile son buldu ve 90’lar popunun önünü tamamen açtı. 80’lerde duraklama dönemi geçiren Türkçe pop müzik kendi yıldızlarını çıkarmaya 90’larda yeniden devam etti.
90’larda yapımlara sanatçılara ve kliplere rahatlıkla yatırım yapılıyordu; çünkü müzikseverler yapılan albümleri satın alıyorlardı. 90’lar bir nevi kaset dönemiydi diyebiliriz.
En önemlisi 90’lar müzik türlerinin birbirine karışmaya başladığı yıllar. Bu türün dönüşümünü ateşleyen; Kayahan, Sezen Aksu, Yıldız Tilbe ile birlikte o dönem hayatımıza giren Tarkan, Mustafa Sandal, Serdar Ortaç, Mirkelam, Nazan Öncel gibi isimlerle pop müzikte; artık hiçbir şey eskisi gibi olmamaya başladı. Yeni soundlar, yeni sesler, yeni tarzlar hep ses getirdi ve Türk pop müziği 95’e kadar birçok star yarattı. 90’larda yapımcılardan şarkıcılara kadar; söz yazan, beste yapan, aranje eden, klip çeken herkes için bir yaratıcı özgürlük vardı. Bunun nedeni ise müziğin ekonomisinin müsait olmasıydı. Çok şey yapıldı ve çok şey üretildi. O zamanlar bu çok üretim içinde burun kıvırıp, beğenmediğimiz şeyleri dinler olduk şimdilerde. Bu inanın sadece 90’lara özgü değil 70’lerde 80’lerde de var. O zaman hiç satmayan ve hiç ilgilenilmeyen plaklar ve sanatçılar şu anda çok değerli durumlara geldi.
Şimdi günümüze bakınca; artık tekrara giren müzik soundlarımız oluşmaya başladı. Müziğe ve müzisyene yatırım yapılmamaya başlandı. Her şey dijitalleşti ve ilerde 90’lar gibi 00’lar müziğini inceleyecekler. 70’ler 80’ler akustikliğinden, 90’lar akustik+az dijital müzikten uzak tam dijitalleşmiş bir müzik dünyası bulacaklar.