“Gülmenin psikolojik etkisi var”

Yönetmen Ezel Akay’ın yeni filmi 9 Kere Leyla 4 Aralık 2020’de Netflix’te seyircisiyle buluşuyor.

Zengin iş insanı Adem’in (Haluk Bilginer) genç sevgilisi Nergis (Elçin Sangu) uğruna eşi Leyla
(Demet Akbağ) ile olan evliliğini bitirmeye çalışmasının hikâyesinin masalsı, fantastik, gerçeküstü bir görsel komedi diliyle anlatıldığı filmde Demet Akbağ, Haluk Bilginer, Elçin Sangu, Fırat Tanış, Alican Yücesoy, Emre Kıvılcım, Hakan Eke, İhsan Ceylan rol alıyor. Yayın tarihi öncesinde filmin yönetmeni Ezel Akay ve başrol oyuncularından Fırat Tanış ile bir araya geldik. Hem 9 Kere Leyla’yı hem de sinemacılığı konuştuk.

–              ‘9 Kere Leyla’ projesi nasıl çıktı ortaya?

Ezel Akay: Bütün sinemacılar için geçerli birkaç tane neden var film yapmak için. İlki şu, ben elimdeki imkânlarla hemen hangi hikâyeyi çekersem para bulabilirim? Önce oradan başlıyorsun. Benim elimde 10-15 tane proje var. Bunların hiçbiri hemen yapmaya, hemen para bulmaya uygun değil çeşitli nedenlerle. Bu yüzden ben küçük projeler tasarladım. Küçük derken, bütçesel açıdan küçük projeler tasarladım. Daha doğrusu hem araştırdım hem kendim çalıştım hem de yazarlarla çalıştım.

–              Fikir nasıl çıktı peki?

E.A.: Aslında çok eskiden yazılmış ünlü bir magazin gazetecisinin yazdığı bir vodvilden yola çıktım. Adı Dokuz Canlı. Çok ilginç bir yapısı vardı. Basit bir hikâye ama çok ilginç bir yapısı vardı. Birlikte çalıştığım arkadaşlarla dedim ki, bundan bir cıvır, garip, sürreal, gerçeküstü bir komedi çıkar. Aa nasıl çıkar dediler onlar önce. Düz bir vodvil aslında Dokuz Canlı bir hikaye.

–              Film bir kadın hikâyesini konu ediniyor…

E.A.: Eğer kadına gösterilen şiddetten bu kadar haberdar olduğumuz bir dönemde yaşamasaydık belki aklıma gelmezdi. Bütünüyle bir kadın hikâyesi olarak gördüm. Bir erkeğin bir kadından boşanmak için cinayeti bile göze almasını anlatan bir hikâye ama bütünüyle bir kadın hikayesiydi o. Ve tabi garip bir atmosferde geçmesini sağladık hikâyenin. Sürprizini söylemeyim, finalinde anlıyoruz neden böyle garip davranıyor oyuncular diye. Bunu, çok acı aslında, çok çok çok katlanması zor bir konuyu, aslında bir şekerlemeye sarmış olduk. Böylece yutulması kolay oldu. Bugün mesela Hitler üzerine bir film var Jojo Rabit diye, herkes faşizmi böyle gülerek anlatmak çok ayıp diyenler oldu. Halbuki gülmek çok sağlıklı bir şey. Alay ettiğimiz şeye yaklaşmıyoruz artık. Bir adam alay ediliyorsa bir filmde, gülüyorsak ona mutlu olmamaya çalışıyoruz içimizde. Gülmenin böyle bir psikolojik etkisi var. Bizi aslında zehirden uzaklaştıran bir şey. Onun için bu büyük katliam döneminde bununla dalga geçen, buna neredeyse güldüğümüz bir üslupla anlatmak bana cazip geldi, kafa karıştırıcı geldi. Kafa karıştırmak da çok iyi bir şey sinema filmi için.

–              Film kadrosu itibariyle de Neredesin Firuze’yi hatırlatıyor.

E.A.: Hiçbir alakası yok tabii ki. Firuze’nin devamı olan benim aslında. Haluk ile Demet’i aynı filmde görünce, Ezel Akay, Haluk, baktılar giysiler de renkli renkli… Haluk oynuyor, Demet oynuyor, Ezel Akay tamam; o zaman Neredesin Firuze! Başka ne olabilir ki zaten? Bir insanın kafasında 3 tane film olur mu, bir tane olur hep aynısını çeker.

–              Kadroda gerçekten çok usta isimler var. Tercihleri neye göre yaptınız?

E.A.: Aslında her film gibi bu da hiç tanıdık olmayan oyuncularla çekilebilir, yeter ki iyi oyuncu olsunlar. Ancak benim önümde bir süre vardı ve bu zamanın içinde prodüksiyonun bitmesi gerekiyordu. Hızlı çalışmamız gerekecekti. O yüzden ben bütçenin büyümesini bile sineye çekerek çok iyi ve  çok iyi tanıdığım oyuncularla çekmeye karar verdim. Zaten kadrodaki oyuncuların hepsi bu filmi gerçekten tavana çıkartacak kadar kaliteli oyuncular.  Tanıdığım ve beni de tanıyan oyuncularla daha hızlı iletişim kurabilecektim. Çünkü onlara çok az prova zamanı tanıdım ama o faza, kafaya gelebilecek oyuncularla çalışmak istedim. Hem Fırat hem Haluk hem Demet hem Alican. Alican ile Elçin’i çok iyi tanımıyordum ama Alican’ın oynadığı filmlere baktığımda,bu dedim bu da bizim kafadan. Elçin yeni bir katkı oldu. O da bu kadronun içinde geçmişte yaptıklarını unutarak oynamayı başardı. Çok yetenekli bir oyuncu o da. Ve her biri çok özel, zaten yine bir tür benzerlik var Firuze ile. O da karakterler birlikteliği olması filmin. Herkes çok kendine has karakterler yarattı. Ben çok garip bir film yapmak istiyorum dediğimde bütün oyuncular anladık da “Ne demek garip?” diye sordu. Valla garip, düşündüm de şimdi garip lafından fazla bir tanım yapamamışım. Filmi izlediğinizde göreceksiniz, en garip tip hangisi diye en iyi anlamış olan Fırat’tır.

Fırat Tanış.: Garip çok ilginç bir sözcük. İçinde garibanlık da var, tuhaf da. Ne kadar garip?

E.A.: Rastladığıımıza benzemeyen şeyler

F.T.: Rastladığımıza benzemeyen diyelim ama ama rastladığımız her şeyden de var gibi.

EA: Onu garipleştiren oyuncunun o karakterle ilgili yorumu. Ve bu yazılabilir bir şey değil. Yani oyuncuyu text’i ve kamerayı bir araya getiriyorsunuz. Sonra bakıyorsunuz ne çıkacak diye.Ben yönetmen olarak böyle bakıyorum. Ve oyuncu bazen onu kendisi de gerçek anlamda ne olduğunu bilmeden bir şey yapıyor. Yapınca yazılandan farklı bir şey görüyorsun, onu yakalaması lazım yönetmenin. Evet bu, demesi lazım. Bir kere evet bu dediniz mi bitti artık oyuncu öbüründe de benzer bir şey yapacak. Yani oyuncunun da evet bu denen şeyi hemen algılayıp hah burdan gidiyim deyip onun çeşitlemelerini yapması lazım. Yani gerçekten filmi izlediğinizde göreceksiniz. Bunlar yazılmış olamaz diyeceksiniz. Yani bunları bir senarist yazmış olamaz diyeceksiniz, gerçekten de öyle. Sette yönetmenle ilişki sırasında ortaya çıkmış, beğenildiği için üzerine gidilmiş, süslenmiş ve yaratılmış bir şey. Set çok çok yaratıcı bir yer. Orda nesnelerle, oyuncularla, ışıkla diğer canlılarla girdiğin ilişki, yönetmenin sesiyle girdiği ilişki oyuncunun yaratıcılığı, tabii buna imkan tanımayan yönetmenler setler de var ama ben özellikle yorumun doğaçlama olmasını çok arzu ettim bunda. Ve öyle oldu.

–              Son yıllarda film üretimlerine ilişkin ne düşünüyorsunuz? Sayının azaldığı ve üretilen filmlerin birbirine benzediği yönündeki eleştirileri nasıl cevaplarsınız?

F.T.: Benim bir deneyimim oldu ‘Karınca Kararınca’yı çektim. Orda gördüğüm şuydu: Film çekmek başından sonuna kadar zamanı örgütleyebilme becerisi. Kazanılmış, edinilmiş bir beceri mi yetenek mi bilmiyorum ama bence tamamen zamanı örgütleyebilmekle ilgili bir şey. Ama bunun içinde para da bunun içinde doğru hikayenin geldiği yer de var, zaman da var. Ve bütün bunların hepsi bir zamana tabi. Siz orada zamanı programlarken, aslında başka bir zamanı da düzenlemeye çalışıyorsunuz. Sadece çok iyi öyküler gelmiş olaydı belki de çekilemeyecekti bunlar. Bence biraz bununla ilgili bir şey. Bizim bütçemiz 300 küsür bin lira bir bütçeydi, çok az. Sette Ezel abiye de söylemiştim, memlekette bir şeyin hem ucuz hem kaliteli hem de hızlı olması bekleniyor.

E.A.: Bütçe yüksek olsa da böyle. Bütçen çok yüksekse o zaman beklenti daha da kaliteli daha da ilginç. Hiçbir zaman bütçe bir filme prensip olarak yetmez.

F.T.:Yetmiyor. Ezel abinin seti çok sade bir setti, süssüz sade.

E.A.: Ama 300 bin lirası olan var mı cebinde? Çok büyük bir rakam bu, çok küçük bir rakam film için, eş dost çekmişler öyle dağıtabilmişler. Ama 300 bin lira bir sanat eseri yaratabilmek için toplumdan ne kadar bir kaynak çekildiğini gösteriyor. Bir de bunun 5 milyon, 10 milyon, 20 milyon liraya çekilenlerini düşün. Bundan bunu çekiyorsunu yani. Senin paran var, ordan alıyorsun, ordan alıyorsun. Sonra da bekliyorsun toplum sana o parayı geri versin diye bilet parasıyla. Bir kere yeryüzünde yapılabileceken pahalı sanat dalı, bir sanat eseri olarak en pahalıya mal olan şey. Bu yüzden de ahlâki problemlerini halledebilmiş bir sanat değil. Yani parayla ilişkisini ahlaki vicdani olarak kurabilmiş bir sanat değil. Etrafında o paranın bir sürü sahibi var o paranın. Bir kere bu büyük bir kabustur. Sinema sanatının üzerinde. Para ile ilişkisini kopartamıyor. Bütün dünyada böyle. Rusya’da da böyle, Sovyet döneminde de böyle. Orda devlet veriyor, ama devlet o zaman onun sahibi. Hep senin sanat eserini üretenin, üretenlerin dışında da sahipleri var. Ve sürekli olarak, sürekli bir onlardan kurtulma ve istediğini yapma mücadelesinde bütün yaratıcıları sinemanın. Sadece yönetmen demiyorum, çünkü oyuncusu yazarı görüntü yönetmeni sanat yönetmeni ve müzisyenini de bu yaratı ekibinin içine dahil ediyorum. Hepsi sanatçı, ortaklaşarak üretiyorlar. Bir de başlarında talepkâr pozisyonunda bir yönetmen var. Hepsi aynı pozisyonda.

Not: 2019’da çekilen 9 Kere Leyla filminin 20 Mart 2020’de vizyona girmesi planlanıyordu ancak koronavirüs pandemisi nedeniyle ertelenmişti. Bu röportaj da Bavul Dergi’nin Mart 2020 sayısında yayımlanmıştır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s